Ercan Kesal’ın yeni kitabı ‘Hekimlik Sanatları’ndan tadım bölümü
Ercan Kesal*
Anlaşılacağı üzere bu hikayenin başında özel bir bölüm açmam gereken kişi şüphesiz annemdir. Köselerin Fadime. Gazozcu Mevlüt’ün eşi. Cemelli Ebe’nin gelini. Kasap Hacı Mehmet’in en büyük kızı. Komşuların deyimiyle “Kral, Avratların sultanı!”
Gerçekten öyleydi. Garip bir yanılsama ama mesela ben annemin asla ölmeyeceğini düşündüm. Bana ölümsüzlük iksirini içmiş ve bu dünyanın sahibi olarak sonsuza kadar yaşayacakmış gibi geldi. O öldüğünde yer ayaklarımın altından kaydı ve dipsiz, karanlık bir boşlukta kayboldum. Annem benim gezegenim.
Annem her şeyde olduğu gibi tıpta da iyiydi. Ya da şöyle demeliyim: Annem bir şamandı ama bunu bilmiyordu.
1974 yılında Yılmaz Güney’in “Umut” filminde çocukluk anılarımdan birinin birebir kopyasına rastladım. Adana’nın yoksul bir mahallesinin avlusunda, sinemada bir yerde Cabbar’ın karısı kocasının sırtına bardak dolduruyor. Bir yandan da eksik olan boşluktan, ekmekten, tuzdan, çocukların ihtiyaçlarından bahsediyor. Cabbar sonunda çıldırır, çocukları tekmeler, hanıma saldırır, ortalığı karıştırır.
Rahmetli Cemelli ebem hastalanınca annem karşısına oturur, sırtını döndürür ve bardak içmeye başlardı. Ve bardaklar, o sabah kahvaltıda kullandığımız büyük gövdeli çay bardakları! Hayatında hiç okul görmemiş okuma yazma bilmeyen Dr. Fadime Kesal, ördüğü pamuğu şişin ucuna alkole batırır, yakar, yanan şişi bardağa daldırır ve bardağı cama yapıştırırdı. ebenin arkası. Nasıl ki bardağın vakum özelliği çekiyorsa sırt derisini her kaldırışında ebem “Aman Fadime!” diyor. Aramanızı sabırsızlıkla beklerdim. Düşmek üzere olan bardaklar ustalıkla toplanmış ve işlenerek sırtın başka bir yerine yapıştırılmıştır.
Tabi ebem sürekli hasta olmazdı, bazen roller değişirdi, annem hasta olurdu ve ebem doktor olurdu. Nedense annem sık sık karın germe yaptırırdı. Sanırım akut karın ağrısının genel tanımı buydu: “Göbeğim düştü!” Yapılması gereken elbette düşen göbeği çevirmek ve tekrar yerine koymaktır. Bu sefer annem ebemin önünde sırt üstü yatar karnını açıp beklerdi. Ben tabii ki her zamanki seyirci koltuğumdaydım. Ebem eline bir bez sarıp karnının bir tarafını sıkıca bastırarak dairesel hareketler yapar ve annemin düşmüş göbeğini yerine oturtup bir parçasını yerine koyardı.
Efendim tabi kalabalık ailelerin hastalıkları bitmiyor, ortaokulun ilk yıllarında bile ortaokul olmadan sistemli bir şekilde yatağımın üstüne işerdim ilkokulun sonuna kadar. Bir çok hastalığımın yanı sıra güya fazladan bir yeteneği olan içten bir konuydu bu, yıllarca hayatımın tam ortasında öylece durdu.
Anlaşılan rahmetli annem bu durumdan çok sıkılmış ve detaylı bir tetkik istemiş. Şimdi kim sorsa “Kirpi et yesin geçer” demişler.
O kader gün… Galiba okuldan sonra evin arkasındaki yerde top oynamaya gittim, akşam biraz geç geldim. Salona girdiğimde masa hala toplanmamıştı, bütün ailenin kaşık salladığı tepsinin ortasında içi et dolu bir tabak beni bekliyordu. Evde Zebella gibi benden büyük üç ağabey vardı ve ben daha bitirmeden et yemeğini bana bıraktılar. Bu olmayacak! Aslında olay örgüsünü anlamam gerekirdi ama bu demek oluyor ki durumu çocuk aklımla yorumlamak istedim. Hemen masaya çöktüm ve tabağa daldım. Bir yandan da “Herkes yedi mi, sen niye yemiyorsun, bana mı ayırdın?” diye soruyordum. Saflığa bak!
“Biz onu yedik, sana ayırdık” dediler. O zaman abim Erhan kıkırdadı, en azından onu hesaba katmalıydım ama neyse.
Eti yemeye başladım ama bunun bildiğimiz et olmadığını hemen hissettim. Ekşi bir tadı vardı ve ten rengi değildi. Sonlara doğru iştahım acıkmadan yemeye devam ettim. Erhan Abi her zamanki gibi kendini tutamayıp “Oğlum senin yediğin et kirpi eti!” bağır.
Neler olduğunu anlamaya çalışırken bir an şaşırdım. Sonra elimden kaşığı fırlatıp ağladığımı, anneme neden böyle bir şey yaptığını sorduğumu hatırlıyorum. Kadın, “Oğlum ben sana her gün yatak, yorgan, çamaşır yıkayamam. Naciye Teyzeye sordum, ‘Kirpi et yerse geçer’ dedi. Ben öyle yaptım, ne yapayım?” dedi.
Merak, “Kirpiyi nereden buldun?” Söyledim. Birkaç gece bahçede bekledi. En son bir gece önce yakaladığında kovayı üzerine kapatıp bırakmıştı. Yani hapsedildi. Sabahleyin onu su dolu bir kovaya atınca kirpi boğulmamak için kafasını dışarı çıkardı. Uzatılan kafayı şiş ile tespit ettikten sonra bildiğimiz yüzme işlemi. Annem kasap kızı olduğu için bu kesme ve yüzdürme işinde çok mahirdi. Kirpinin de yüzmekte zorlandığını düşünmüyorum.
* Yazar, oyuncu, senarist.